31 Aralık 2009 Perşembe

KOZMİK SIRLAR IN PERDE ARKASI

Gerçekten şu günlerde Türkiye’de ilginç şeyler oluyor. Sıradışı, esrarengiz, karanlık. ismini siz koyun. Yirmi üç yıllık hayatım bu dönen olayları kavramaya yetmiyor. Yaptığım tek şey tedirginlikle uzaktan izlemek, takip etmek. Anlamadığım o kadar çok soru işareti var ki!

Öncelikle, başbakan yardımcısı Bülent Arınç’a düzenlenmek istenen suikast iddiası. 2 tane asker evlerin yanında dolaşırken polislerin aldığı ihbar üzere göz altına alınıyorlar. Askerlerin üstünden adres çıkıyor! Neden asker bu suikast planını düzenlemek ister? Böyle bir şeyin olabileceği ihtimalini aklım almıyor. Beni, milletimi, vatanımı ASKER korur bilinçaltıma yerleşmiş gerçekler bir kez daha darbe alıyor. Geçmişte, her on yılda bir gerçekleşen askeri darbeler, ergenekon olayları, gerçekten zihnimi kemiriyor. İrkiliyorum. ortalığın birileri tarafından karıştırıldığı kesin. Hükümet yıpratılıp erken ken seçime mi gidilmek isteniyor? bunun altında neler var ? Bilemiyorum.

2. soru işareti, velev ki böyle bir suikast niyeti var, bu tür hedefler, emirler yazıyla karar alınıp, kozmik odada mı saklanır?? Elbette ki mantıksız. Ayrıca kozmik odada yer alan devlet sırlarının medya da bu kadar çok gündeme getirilmesine de bir anlam veremiyorum. Devletimizin en önemli savunma notları, bilgileri oradaysa, suikast planları oraya neden yazılı bir şekilde götürülüp saklanır ve neden Medya bunları uluorta tüm Türkiye’ye anlatır ! asparagaz haberler, asparagaz hedefler. İlginç! Sadece irkilerek uzaktan seyrediyorum.

Bir diğer nokta, sanki Hukuk ile Asker ÇATIŞMA halinde gibi gösterilip, bazı şeyler örtbas edilmek isteniyor. geçtiğimiz günler de Başbuğ- Erdoğan zirvesi ve MGK toplantıları oldu. Tüm siyasi ve askeri üst yönetim oradaydı. Toplantı sonucunda, Türkiye güvenliğini ilgilendiren iç ve dış gelişmelerin kapsamlı değerlendirmesinin yapıldığı belirtildi.

Dördüncü günün sonunda hala Kozmik oda didik didik aranıyor. Aramaların sonucunda ya da ilerleyen günlerde neler göreceğiz bunu sadece zaman gösterecek. Tek dileğim Ülkemizin birliğini, bütünlüğünü bozmak isteyenlerin en kısa zamanda su yüzüne çıkmasıdır.

19 Aralık 2009 Cumartesi

SINAV GÜNÜm



Yine soğuk bir sabaha uyandım. Dünden bu yana Bilim vakfı'nda Kademe olabilmek için gireceğim sınava çalıştım. Aslında 3 aylık ders programı ve üç ayrı dersi bir geceye bırakmak akıl karı değildi. Lakin, yine de ben her zamanki öğrencilik modundan çıkmayarak 3 ayrı sınavı son güne bıraktım. kendime kızmıyorum, hatta hak veriyorum. üniversite son sınıftayım, akademik makale yazıyorum, literatür araştırması yapıyorum, çift anadal yapıyorum, bilgi münazara kulübü'nü kuruyorum, ve bu hafta için ben ve arkadaşım ile beraber gösteri maçı organize ediyorum, yazarlık kursuna gidiyorum, altınpusula genç iletişimciler yarışmasına hazırlanıyorum ve hocaların verdiği sunumları ve ödevleri sorumluluklarım arasına katarsam bölünmüş bir haldeyim. Çok yoruluyorum. yine de değer. doya doya son sınıfımı yaşıyorum. Allah sağlık versin de, ben koşturmaya razıyım. Biliyorum bu yıllara bir daha dönemeyeceğim. Saniyesi saniyesine içime çekiyorum hayatımı. sindiriyorum, anımı yaşıyorum. mutluyum. sonuç itibari ile ben belki kademeye seçilemesem de son gece de olsa elimden geleni yaptım. sınanvda üç soruya tam altı sayfa yazdım:))) sırf pişman olmamak için, içimden ne geliyorsa, neyi biliyorsam yazdım. fakat beni şok eden diğer bir durum ise genel kültür sorularının sorulmasıydı. Tanrım o nasıl sorulardı öyle!!
süt kıskanmak ve karpuz kapığından inciler yapmak filminin yönetmenleri ni bilemedim. ve işin ilginç tarafı bu filmleri izlemiştim:) burada güldüğüme bakmayın, ama içim kan ağlıyor. Bir daha film'in isminden önce yönetmenine ve oyuncularının isimlerine bakacağım. Ya kitap isimleri ve yazarlara ne demeli! Allah'ım tek kelime ile kabustu :((( garip isimli kitaplar, yabancı yazarlar, farabi ve ibn i haldun bile vardı. yapamadım:( hele de bildiğim halde phenomenology teorisi-Edmund Husserl ve Karl Popper Falsification' ı ıskalamam beni derinden yaraladı. Üniversite de ki Arus Hoca beni affetmeyecek biliyorum.evet bunlar genel kültürdü. ve ben bir çoğunu biliyordum. ama kaçırdım işte. bilmediklerime de yandım. kısacası Genel Kültür'den sınıfta kaldım. İşte Bugünden alınacak dersler ise şöyle;

Her kitap gördüğünde yazar'ına da bak, isme takılma.
Film adından önce yönetmenini öğren.oyuncularını da.
Ünlü teoriler ve teorisyenleri Aile'ndeki insanlar olarak gör. ve asla unutma. yoksa onların da seni bir sınav anında yalnız bırakacaklarını unutma. bu iş gönül işidir. ara sıra hasbihal etmeyi aklından çıkarma.
Her zaman ders çalışma, Genel kültür de çalış:))))

19 Kasım 2009 Perşembe

İlkbahara Merhaba

İngiliz hoca sınıfı gezmeye başladığında, çakır gözleri ile karşı karşıya kalmıştım; uzun bir müddet önümdeki, küçük yazılı, kıvrışık,yırtık pırtık not defterine baktım.Başımı kaldırdığımda hala hocanın yüzünü seyrediyordum.

Ela gözlü, kaşları ince, teni beyaz ve temiz bir yüz, saçları siyah ve ortadan ayrılmış, sanki martının gökyüzüne uçuşunu hatırlatan bereketini görmekteyim.

Kaldığım yurt,Anadolu yakası, Çamlıca tepesinde idi; etrafı küçük dükkanla dolu, arnavut kaldırımlı, dar İstanbul sokağı. Bu dükkanlardaki, gür sesli, yerli, ve dürüst esnaflar, kar kış dinlemeden, kapıların önüne çıkar, insanların önüne geçer, dükkandaki ürünlerini överek yoldaki insanları etkilemeye çalışırlardı.

Yalnızlığın bir sitemi vardır. Bunu ancak, yaşadığınız zaman, o hasret odasında duyarsınız. Soğuk kış gecelerinde esen, sert,soğuk ve acı ses...Birden üşüyen kalbinizde bu rüzgarı ve bu sesi işitirsiniz. ve esip geçen yerden, savrulan kurumuş ölü yaprakların içinize biriktiğini duyarsınız.

Görüyorum ki, Hayat'ın pembe gözlüklerinden arasıra, güzel, anlamlı yapmak istediğimiz hedefler şerit gibi geçiyor, insanlar pembe gölüklerini hiç çıkarmak istemiyorlardı...

Ümidim, hayalimde ki pamuk prensesi olmak, korkum,bu pamuk prensesin, zehirli elmayı yemesi.

Cennetin ırmaklarından su yerine şarap akar. Cezbedici, İnsanın aklını başından alan bir iksir. Bu ırmakların yanından geçerken, etrafta ipek entarilerin içinden süzülen ceylan gözlü huriler. Arkalarından tütsülenen miski amber kokusu büyüleyici bir iç çekiştir.

Şimdi Düşündüm ki, kuşların göç edeceği yerlerde, ağaçlar baharı beklemiş, yeşil elbiselerini giymiştir. Sallanan pamuk bulutları yerini güneşe bırakarak elveda derken, çiçekler güneşin parlaklığına gülümsemektedir

24 Ekim 2009 Cumartesi

TÜRKİYE ve KÜRT AÇILIMI !!!


Geçtiğimiz günlerde kÜRT AÇILIMI başlığı adı altında, Habur'dan ülkemize giriş yapan PKK lılar geldi. Hükümet'in çalışmaları sonucu barış! için gelmişlerdi. GEldiler ama nasıl geldiler? ve bu süreç nasıl başladı ? neler yaşandı bunları bugün tartışacağım sevgili bloğum.

kendimi bildim bileli her tv açtığımda, eğer bir şehit haberi görmüşssem ya da bir gazete de okumuşssam milyonlarca kez Lanet ettim Pkk'ya. annelerin feryatları yüreğimi acıttı. Şehit tabutlarını görünce içimde olan öfke daha da büyüdü. Fakat bu içimde biriktirdiğim öfke, neden Pkk ile Türk askerlerimiz arasında bu savaş vardı? sorusunu sormamı sağladı.Bu sorunun cevabını aramaya başladım. buldum mu? ne yazık ki buldum!!!
Bundan 35 yıl önce başladı bu iç savaş. İç savaş diyorum. çünkü yüzyıllardan bu yana beraber yaşayan 2 ayrı millet birbirine düştü.Yıl 1980. Yer : Diyarbakır cezaevi. 1980 askeri darbesi ile tüm Türkiye' de sindirme çalışmaları vardı. sağcılar solcular birbirine girmiş, tüm dernek örgüt, parti demeden bir çok kurum kapatılmıştı. o yıllarda Pkk örgütü Suriyeye kaçarak örgütünü korudu. Fakat Diyarbakır' da tek dil, tek bayrak, tek vatan başlığı altında bir çok kürt çok ağır asimile ve şiddete mağruz kaldı. şöyle ki, Elbette tek vatan, tek bayrak. fakat neden kürt olan bir insan Türküm demek zorunda? Ya da neden kürtçe konuşan bir kürt türkçe konuşmak zorunda? Neden kürtçe yayın yapılamıyor? işte 1980 darbesinde kürtçe bilip türkçe bilmeyen, ya da başka nedenlerden dolayı bir çok insan toplatılarak eziyete mağruz kaldı.Kimileri haklıydı kimileri haksız. ama sonuç olarak; Bir kaç yıl sonra bu insanlar cezaevinden çıktılar. çıktılar ama nereye çıktılar?? ne yazık ki Dağa ÇIKTILAR. gördükleri şiddet, acı ve travmalarla dolu işkencenin ardından çıktılar. bu nokta da Pkk bu insanların duygularını kullandı. ama sonuç olarak dağa çıkan insanlar bu insanlardı!
Sosyal olarak ele alınırsa, binlerce Pkk lı ve BİNlerce şehit öldü doğu topraklarında. elektrik su gitmeyen köyler oldu. yollar olmadı. eğitim gitmedi.okullar açılmadı her beldeye. her konu da cahil ve hizmet alamayan halk, cevabı yanlış yerde arayarak kendilerini Pkk'ya teslim etti.
BU Zamana kadar gelen hükümetler, ya da koalisyonlar,kürt insanları da dinlemeliydi, hizmet götürmeliuydi doğuya. fabrikalar kurulmalıydı,çözüm yada açılım dedikleri 35 YIL SONRA olmamaıydı. çözüm silahlar, kan olmamalıydı.
Yıl 2009, Barış için somut adımlar atıldı geçen hafta. atılmaya çalışıldı. CAPS LOCK TUŞUNU AÇARAK BELİRTİYORUM Kİ, , DTP'NİN "BARIŞ" DEDİĞİ ŞEY ŞOV NİTELİĞİ, YADA SİYASİ RANT SAĞLAMA ÇABASI OLMAMALI" Gerçekten Barış için adım atmalılar. Tv'DE izlediğim kadarıyla gelen Pkk lıların hal ve hareketleri halkı haklı olarak tedirdin etti. sonuç olarak Avrupa'dan gelecek pkk'lıların gelişi ertelendi.
BU 35 YIL'IN GALİBİ YA DA MAĞLUBU YOK. ORTADA SADECE AKAN KANLAR, ölen insanlar ve trilyonlarca kayıp VAR. BİR AN ÖNCE BARIŞ GELSİN. VE ÜLKEMİZ TEK VATAN TEK BAYRAK ALTINDA KÜRT VE TÜRK Ü İLE BARIŞ VE HUZURLA YAŞASIN.

21 Ekim 2009 Çarşamba

TÜRKİYE VE AZERBAYCAN DOSTLUĞU !!!! ..?


Bilindiği üzere geçtiğimiz günlerde, Türkiye ve Azerbaycan Dünya kupası elemeleri için Bursa'da karşılaştı. Bu barışçıl! karşılaşmada Azerbaycan bayrakları stadyuma alınmadı. Buna tepki gösteren Azerbaycan, Azerbaycan'da bulunan Türk-Azeri bayraklarını indirdi. olay sadece bundan ibaret değildi. Türkiye bu dostluğu mezara kadar götürürken Azerbaycan pazara kadar mı götürüyor sorusu akıllara geldi? Azerbaycan Türkiye ile olan ilişkilerine diplomotik değil tabiri caizse Romantik yaklaşmaktadır. Geçtiğimiz aylarda Ermenistan ve Türkiye arasında ki sert rüzgarları yumuşatmak adına Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül Ermenistan Türkiye maçı için Ermenistan' a gitmesi Azerbaycan açısından tepki ile karşılandı. Türkiye nin Eurovision'da 12 puanı Azerbaycan'a değil Ermenistan vereceği ferazesi dahi Azerbaycan'ı ayağa kaldırdı. Yine geçtiğimiz günlerde Türkiye ve Ermenistan arasında imzalanan protokol antlaşması ile ipler gerildi, Bursa'da ki maçta yaşanan bayrak krizi,Azerbaycan da ipleri kopma noktasına getirdi.

Azerbaycan Türkiye'nin Yurtdışı Diplomasisi konusunda çok fazla duygusal davranmamalı. Bu demek değildir ki, Türkiye; geçmiş tarihte yaşanılan Azerbaycan- Ermenistan ilişkilerini hiçe saydı! Bu atılan adımlar Türkiye'nin atması gereken adımlardı. Fakat Azerbaycan'ın Bakü Şehitliğinde ve din hizmetleri müşavirliğinde bulunan Türk bayraklarını indirmesi Bakü'de yatan Türk şehitlerine ve Türk halkına karşı yapılan bir ayıptır. En kısa zamanda bu kötü gerginliğin sona ermesini diliyorum.

14 Ekim 2009 Çarşamba

ÜZÜLME

Lâ tahzen...
Üzülme!
Üzülebiliyorsan bir kalbin var demektir. Kalpsizler üzül(e)mezler ki. Ne mutlu sana ki, üzülebiliyorsun. Dokunan var demek ki kalbine. Ya dokunulmasaydı kalbine. Ya hüznün gönül toprağını karmasına izin verilmeseydi. Demek ki gözden çıkarılmadın. Demek ki sen hâlâ bir umut tarlasısın.
Üzülme!
Üzülüyorsan, Biri var ki cılız varlığını düştüğü çamurdan kaldırmak istiyor. Onun için dokunuyor kalbine. Kıymetini bil ki, üzmeye değer görüyor seni. Hüzünlerin kalbinin toprağını allak bullak ediyorsa, sen ekilmeye layık bir topraksın demektir. Kaygıların vuruşuyla tuz buz oluyorsa taş katılığında büyüttüğün güvencelerin, yarılan göğsüne umut fidanları dikiliyor demektir.
Üzülme!
Yüzün yerde geziyorsan, ellerin boynuna sarılı ise, içini ısıtacak haberlerin mürekkebi damlıyor olmalı ömrünün defterine. Kar yağıyorsa güvendiğin dağlara, yarının ovalarında rengârenk çiçeklerin olacak demektir. Hırçın fırtınalar sarsıyorsa sevinçlerinin zirvesini, rüzgârlar dövüyorsa umudunun yamaçlarını, bir yüce dağsın sen demek ki, az bekle, eteğinden serin pınarlar akmaya başlayacak demek ki...
Üzülme!
Üzülüyorsan, şımaramazsın. Kibrin kirli tuzağına düşemezsin. Kendini beğenmişliğin çamuruna dolaşmaz ayakların. Uzak geçersin isyanlı yollardan. Heveslerinin ardı sıra düşüp nisyan uçurumlarının başına sürüklenmezsin. Seni Biri yakınlığına çağırıyor demek ki... Gözden çıkarmamış olmalı seni.
Üzülme!
Üzülüyorsan, bir kutlu teselli kapısının önünde bekletiliyorsun demektir. Gözlerini kaldır vefasız dünyanın eşiğinden. Gönlünün elinden çıkar sebeplerin boş avuntularını. Umudunu kes sahte doymalardan. Yüreğini küstür coşkulardan. Kapı açıldı açılıyor demektir.
Üzülme!
Üzülüyorsan, kaybedeceğin bir şeyler var demek ki... Kaybedeceği bir şeyi olanlar çoktan kazanmışlardır. Eline geçmeyenleri saymakla tüketme nefesini, elindekileri saymaya başla. Hepsini saysan bile, nefesini saymaya nefesin yetmeyecek demektir. Bak işte zenginsin.
Üzülme!
Seni bir "İşiten" var. Seni senin kendini bile sevmenden önce O sevdi seni. Senin kendini bile bilmediğin unutuş kuyularından çekip çıkardı seni. Çektiğin acılara habire meşgul çalan telefonlar gibi kör ve sağır değil O. Yüreğinin her yangınına O yetişiyor. Ayrılıklarına ve sıkıntılarına metal soğukluğundaki plazalar gibi umursamaz değil O. Yitirdiklerinin hepsini sana iade edeceğine söz veriyor. Sevdalarına ve özlemlerine çok seçenekli sınav kâğıtları gibi tatsız ve tuzsuz formüller sunmuyor. Seni herkesten çok anlıyor, seni senin kendini düşündüğünden çok düşünüyor. Gözyaşlarınla imzalayasın istiyor yakarışlarını. Bir ebedî çerçevenin içinde, gösterişsiz bir kullukla fotoğraflamak istiyor seni. Dağılıp giden ömür kırıntılarının arasından sıcacık bir kardelen ümidi devşiresin istiyor. Keyfinin çatlak kabuklarının arasından sonsuz teselli pınarları akıtmak istiyor.
Üzülme!
Varlığının tenine çiziktir her hüzün. Varlığından haber verir üzüntün. Hatırlar mısın, bir zamanlar hatırlanmaya değer bir şey bile değildin? Hiç umursanmadan çöpe atılabilecek kirli bir su iken sen, yüzüne bir tek O baktı. Kimselerin arayıp sormadığı, önemseyip adını bir kenara yazmadığı o günlerde, senin adını ilk O andı. Hatırını bildi. Seni yanına aldı. Hep yanında oldu. Sen seni unutup da başını yastığa koyduğunda bile, seni her defasında sabaha çıkardı. Sen Onu defalarca unuttun ama O seni asla unutmadı.
Üzülme!
O'nun en sevdiği kulu da yalnız kaldı. Taşlandı. Sürüldü. Yaralandı. Aç susuz kaldı. Yuvasına uzaktan gözleri yaşlar içinde baktı. Mağarada yapayalnız ve korunmasızdı. Senin gibi üzülen yol arkadaşına sonsuz müjdeler veren tebessümüyle fısıldadı: "Lâ tahzen, innAllahe meânâ."
Üzülme!
Kaldır yüzünü yerden. Omuzlarından sarsıp kendine getirmek istiyor seni Sevgili. "Rabbin sana küsmedi ki..." Gözlerinin içine içine bak sevdiklerinin. "Rabbin seni unutup yalnız bırakmadı ki..."
Senai Demirci

10 Ekim 2009 Cumartesi

DÜNDEM :)



Merhaba Güncem;
Biliyorum seni yine bu aralar ihmal ettim. bu konuda çok üzgün olduğumu belirtmek isterim. Fakat haklı sebeplerim vardı:) dersler yoğundu, yeni eve taşındım. internet problerim oldu, akademik dönem başladı vs..1 saat önce gündemi yazmak için bloğa girdim, ve oyalarınırken gündemin gündem değil artık dündem olduğunu anladım. dolayısı ile böyle bir başlık yazdım sana...;)

Pekii Dündem de neler oldu şöyle bir genelden özele gidelim.
en geneli olarak ilk sırada, TÜrkiye ve Ermenistan arasında yapılan protokol antlaşması yer alıyor. antlaşmada çıkan sonuçlar ise : iki ülke arasında sınırların açılması ve iki ülkenin arasında, dış işleri bakanlarıkları tarafından düzenlenen düzenli istişarelerin olması.

bu iki madde ileride türkiye'nin dış siyasetine neler kazandıracak ya da kaybettirecek göreceğiz fakat ben bu antlaşmayı çook olumlu buluyorum. birincisi artık normalleşmeye dayalı adımlar, ikincisi iki tarafında toprak bütünlüğünü korumaya die bir protokol var ki, bu bana göre artık toprak talepleri olmayacak. ki zaten sınırların açılması ekonomik anlamda Türkiye için fazla etkili olmayacak ama özellikle Ermenistan için önemli ticaret kapıları açılacak. ama Türkiye'nin en önemli yanlışı bu ikili görüşmenin içinde Azerbaycan'nın olmaması idi. Azerbaycan a atılan bir çelme oldu bu antlaşma.Bu antlaşmanın Avrupa ve Amerika'nın etkilerini görmemek ise imkansız. Umarım bu antlaşmadan Türkiye hiç zarar geçirmez diyerek özel dündem e devam ediyorum.

Bugün emine ablam'ın kına gecesi vardı. çok eğlendik, fakat birbirimize sarılınca çok ağladık. kim bu emine diyer sorabilirsin? onunla 6 ay beraber kaldık, senelerden beri kanbağı olan en çok sık görüştüğüm akrabalarımdan bir tanesi. bana çok güzel yemek yapardı. beraber filmler izlediğim, güldüğüm eğlendiğim hatun.artık bizi bırakarak moldova'ya gidiyor.. ya güncecim toplumda ki stereotype lardan bir tanesi de ,bir kız ile bir erkek evlenince neden erkek kızı istediği yere götürüyor da kız erkeği istediği yere götürmüyor??:)
Bence bunu tartışma konusu olarak sunmalıyız??? mesela,eğer ben bir gün evlenirsem İstanbulda kalmak istiyorum, bu yüzden bir erkeğe bağlı kalmak cık cık!!!! benim şartlarıma uyacak bir erkek ancak gerçek bir erkek olabilir. çünkü bu kadar şartları kaldırmak bir çok erkek için kolay olmasa gerek:))))

Diğer bir Dündem ise, kına dan çıkar çıkmaz hemen kendimi cevahire attım, ev arkadaşımız Rabia'nın bugün doğumgünüydü muzlu pasta, ve çok hoş bir hırka aldım, alışveriş merkezine gelmiş bir fırsatı değerlendireyim dedim ve bide kendime gri converse aldım.Sence şu dünya'da converse kadar rahat bir ayakkabı var mı?? tartışmaya açmak lazımm. bence kesinlikle YOOOKK, cONVERSE İS THE MY HERO:ddd kısa bir reklamdan sonra konuya devam edelim:))
Eve geldim. mumlar maytaplar eşliğinde saliha merve, tuba,Betül, ben ve sena İYİ Kİ DOĞDUUN RABİAAA DİE HAYKIRDIK.:))) partamızı yedik çaylarımız içtik, masa baiı yapılan klasik kahkalarla dolu sohbetimizin ardından Rabia'nın 3G sini alarak sana bağlandım. kıza 15 dakika dedim, 2 saat oldu, neyse ki TTnet pazartesi lütfederse salı neti açacakmış. abiii kaç gün oldu başvuralı internet daha açılmadı, ahaa buraya da yazıyorum TTNET benim için bitmiştir, bir daha da almam:)
SON olarak Türkiye Milli Takımız Belçika'ya dağılarak Dünya KUpasına havlu attı. Fatih Terim istifa etti. Yakışmadı sana Türkiyem!!!:(((

12 Eylül 2009 Cumartesi

YİNE YENİ BİR DÖNEM

Evet, yarın yeni evime taşınıyorum güncecim, yeni ev ardaşım kankam merve. umarım çok güzel bir yıl bizi bekliyor olacak. Bununla birlikte, yine uzun bir tatilin ardından, üniversitede yeni akademik yıla başlıyorum. kayıt döneminde üniversiteye gittiğim zaman anladım ki; hocalarımı, arkadaşlarımı, santralin o güze havasını çok özlemişim. Şaka gibi güncem yaaaa, mezun oluyorum 2010 yılında mezuunnn:)ya açıkçası sana bir şey itiraf edeyim mi güncecim, ya ben mezun olunca ne yapacağım çok merak ediyorum:)))) 4 yada 5 tane şık var . Tabii bunu ancak Allah bilir ama tahminlerime göre:
a) Yurtdışı yada yurtiçi bir üniversitede akademik hayatıma, yüksek lisansa devam edeceğim.
b) Köklü bir şirkette PR danışmanı olarak göreve başlayacağım.
C) Psikoloji okumaya yada çalışmalara devam edeceğim
d) işsiz halkasına eklenip evde oturacağım.( Allah'ım sen koruu:))) düşünmemiş kabul edilelim
e) Diğerleriii

işte böyylee.Rabbim Hakkımda hayırlı olani nasip etsin diyorum.

Şu an Gebzedeyim, Yarın şirket şöförü beni ve eşyalarımı istanbula eve bırakacak, ya amaaa yarında yağmur devam edecek diyorlar. İnşallah sele falan yakalanmadan giderim. yenii bir macera yaşamak istemiyorum. bu arada bahçeşehir silivri halkalı felaketmiş.Özellikle Kilyos'ta insanları kepçeler taşıyormuş.. Gerçi ben levent'te olacağım ama olsun. Orada yaşayan insanlar için hayat şartları Çok zordur. Allah yardımcıları olsun.
Dün sabah sahuru yapıp yeni uyumuştum ki annemin teli çaldı. Dayım aramış, 4.9 şiddetinde Konya yine sallanmış. bu sefer Kuzen korkudan camdan atlamış. şok oldum. ne kadar çok korkmuş olacak ki, camdan atlamış ve cam da kaslarını kesmiş, Bugün ameliyat olmuş. Tabii Bizim konyalılar yaşamları boyunca deprem görmediği için, deprem değil panik zarar verdi.
Ne diyelim Allah beterinden korusun...

5 Eylül 2009 Cumartesi

RENK RENK UMUTLARIM


Umut ve hayal arasında ki keskin ince bir çizgideyim.
Hayallerim var içimde sakladığım, kimse ile paylaşamadığım. Paylaşamadım çünkü umudumu kaybetmekten korktum. Çünkü bazılarına göre, fazladan üzerimde taşıdıklarım vardı. taşımam ağır geliyordu. Nedenini bilmiyorum! Sorgulasam da anlamıyorum, Anlamak istemiyorum da zaten. Bende bundan dolayı sakladım duygularımı işte. Kırılmıştım bir kere. Toz pembe hayallerime siyah güneş gözlüklerimi takmak zorunda kaldım.
Sitemli olsam da içimde filizlenmeye hazır bir umudu her zaman taşıyorum. Biliyorum ki "Rahman" karanlığın en zifir anında çıkarıverir seni gündüze. Bir bakmışım ki alabildiğine renkler var önümde. Ki güneş her zAman doğudan doğmuyor mu? Topraktan filizler yeşerip mahsul vermiyor mu? Şüphem yok elbette. Ellerimi açıp kapattığım zaman gözlerimi pembe, mor, yeşil, mavi...renk renk dualarım var. Hiç şüphem yok ki bir gün gökkuşağım olacak.
insanın elinen geleni yapıp tevekkül etmesi kadar güzel bir hal yok. Eminim kalbimin içindeki tozlu sandıkta umut ettiğim hayallerim bir şekilde benim için gökkuşağı olacak eminim, inanıyorum. Sonuna kadar.
TUBA DURSUN

1 Haziran 2009 Pazartesi

İSTANBUL İSTANBUL İSTANBUL



İyi ki içindeyim. İyi ki içimdesin.
Sen bana Fatih'in hediye ettiği incisin.
Sen taşırsın yükümü, bilirsin hüznümü,
Ve yine sen şahit olursun mutluluklarıma.
Dert ortağım İstanbul.
Yorgunum senin gibi İNCİ TANEM.
Ama senin yorgun bakan gözlerin bile,
huzur verir, ısıtır içimi.
hırçınlığını kıyılara vursan da,
boğazda akıtsanda göz yaşlarını,
Bu hayat ANLAMAZ seni,
onlar meşguliyetler diyarındadırlar çünkü,
göremezler seni.
Emirgan'da,Çamlıca da anlatsanda derdini korulara.
taşıyamaz acını döker yapraklarını.
Ben hissedebiliyorum hüznünü acılarını.
ikimizi ortak noktası belki de bu vuslattır.
yalnızssın bilirim.
son gemide kalktı biraz önce limanındn.
sevdiklerin seni birer birer terk etmiştir.
ben de senin gibi sana açtım kollarımı sana,
Üşüyorum İstanbul,
ihtiyacım var kanatlarına.
al beni içine uyuyayım senin sıcaklığında.
Son nefesime kadar uyandırmasın kimse.
rüyalarımda tek sen ol.
yarım kalan yalnızlığı seninle tamamlayayım.
Hayat'ın yalanlarından umutsuzluklarından iki yüzlüLÜğünden uzak
Sadece senin beyazlığın ve saflığın olsun.
Uyandırmasınlar beni.
seni hissedeyim damarlarımda,
seni yaşayayım.
Sonsuza dek...

TUBA.

23 Mayıs 2009 Cumartesi

UYUMAYA SESSSİZ KALMAYA DEVAM!!!

FİLİSTİN İN YALNIZLIĞINA SON VERİLSİN ARTIK. DÜNYA SUSKUNLUĞUNDAN UYANSIN. TÜM DÜNYA İSRAİLE SEYİRCİ KALMAMALI!!! ÖZGÜRLÜKLER DİYARI!! AMERİKA IRAK A GİRERKEN FİLİSTİN'E KARŞI KULAKLARI TIKALI GÖZLERİ KAPALI! YADA BİR ZAMANLAR FİLİSTİNE YAHUDİLERİ DOLDURAN İNGİLTERE!!NAZİLERİN YAPTIĞINA KARŞILIK SUSMAKTIR DİYORDUR BELKİ ALMANYA!!HER ŞEYE ARACI OLAN FRANSA NERDE, BİR ÇIKARI MI YOK !! BM NERDE! HER ŞEYE ADLET GÖTÜREN AVRUPA BİRLİĞİ NEDEN SUSKUN!!!PEKİ YA İSLAM DÜNYASI ONLAR NEDEN SESSİZ? NEDEN FİLİSTİN YALNIZ ÖLÜMÜ BEKLİYOR!! NEYİN BEDELİ !!! 1930 LARDA SİYONİZMİN DEDİĞİ GİBİ TOPRAKSIZ HALK, HALKSIZ TOPRAĞA GİDECEKTİR, DEDİKLERİNİ YAPIYORLAR. UYUMAYA DEVAM....

12 Mart 2009 Perşembe

SOYKIRIM İDDİALARI ASILSIZDIR!


Soykırımı iddiaları asılsız



Amerikalı soykırımı tarihçisi Guenter Lewy Aksiyon’a önemli açıklamalarda bulundu. “Soykırımı kararlarının hukuki bağlayıcılığı yok.” diyen Lewy’e göre, Osmanlı’da bırakın Ermeni soykırımını, bunun niyeti bile yoktu. “Tarihi parlamentolar değil, biz yazacağız.” diyen Lewy, Ermeni soykırımı kararlarının Türk milliyetçiliğini kabartmak için ortaya atıldığını ileri sürüyor.


--------------------------------------------------------------------------------

Soykırımı alanında Amerika’nın önde gelen akademisyenlerinden biri olan Prof. Dr. Guenter Lewy, “Osmanlı Türkiye’sindeki Ermeni Katliamları: Tartışmalı bir Soykırımı-The Armenian Massacres in Ottoman Turkey: A Disputed Genocide” isimli kitabıyla Ermeni soykırımı iddialarının çürük delillere dayandığını ortaya koydu. Üstelik bunu Avrupa Birliği ülkeleri ve ABD başta olmak üzere 17 ayrı ülkenin parlamentosunda soykırımı tanınsın karar arı açıklanırken yaptı. Kuşkusuz Lewy, 1915’te yaşananlar ve Anadolu’daki Ermeni olaylarıyla bugün ilgilenmeye başlamadı. 52 yıllık akademik hayatını soykırımı araştırmalarına adayan bir bilim adamının belgeler üzerinden ortaya koyduğu tespitler tartışma platformlarına daha yeni yeni taşınıyor. Massasuchets Üniversitesi siyaset bilimi öğretim üyesi Guenter Lewy’nin, kitabında ulaştığı sonuçlar başta Ermeni diasporası olmak üzere tarihçiler arasında tartışılmaya devam edecek. Ancak onun da dediği gibi “Tarih bilim adamlarının mutabakatı ve belgelerle yazılacak, parlamentoların kararlarıyla değil.” Gazi Üniversitesi ve Avrasya Bir Vakfı’nın davetlisi olarak ikinci kez Türkiye’ye gelen Lewy ile Ankara’da Estergon Kalesi’nde kitabını ve Ermeni soykırımı iddialarını konuştuk.

-Kitabınızdaki temel iddia nedir?

Soykırımının ne olduğu ya da olmadığı değil önemli olan. Benim amacım soykırımı neydi ne değildi sorusuna girmeden; neden, niçin ve nasıl 1915 olayları oldu bunu ortaya koymak. Bu trajik olayları böyle daha iyi anlayabiliriz. Son kitabım bu iddiaları ortaya koymak adına yapılmış bir başlangıçtır.

-‘Soykırımı merkezli tartışmalar’ yerine olayların ve ölümlerin sebeplerine yönelik inceleme ve araştırmaları tavsiye ediyorsunuz. Neden?

Olayı kategorilere ayırmak en büyük hata çünkü. Kategoriler yerine olayın kendisini anlamak lazım. Neden, niçin ve nasıl oldu? Bu soruların cevabı verilmeden olayı bir kategori içine sokmak kesinlikle doğru değil. Soykırımı kavramı olayı anlamamıza yardımcı olmuyor. Tam tersine, fikir alışverişini ve karşılıklı görüşmeleri önlüyor. Çünkü soykırımı kavramına takılan kimse hadisenin neden, niçin, nasıl olduğu üzerinde durmuyor. Oysa asıl önemli olan bu. Bir başka tabirle soykırımı kavramı olayı anlamamızın önündeki en büyük engel. Eğer biz bunu bir tarihsel olay olarak ele alırsak, bu hem Türk hem Ermeni tarafının birbirlerini ve yaşananları daha iyi anlamalarını sağlayacak sonuçlar doğuracak.

-Hangi devletlerin arşivlerini inceleme fırsatı buldunuz?

Amerikan, Türk, Alman, Rus, İngiliz arşivlerini gördüm. Ermeni arşivlerine de ulaşmak isterim tüm detaylarıyla. Taşnak arşivleri çok önemli. Tarih araştırmaları tek belge üzerinden yapılmaz zaten, kesinlikle kıyaslamalar yapılmalı.

-Birinci Dünya Savaşı sırasındaki Ermeni ölümlerinin Osmanlı hükümetince önceden planlanmış ve kasıtlı katliamlar olduğunun kanıtlanmadığını makalelerinizde yazıyorsunuz. Genel hatlarıyla bunun için delilleriniz nelerdir? Osmanlı’daki yer değişiminin (tehcir) soykırımı olmadığının bazı somut delilleri var. Bunlardan biri İstanbul, İzmir, Halep’teki Ermenilere bu olaylar sırasında dokunulmuyor. Bu Hitlerin Berlin ve Münih’teki Yahudileri rahat bırakması gibi bir şey. Bu mümkün mü? Eğer soykırımı olsa buradakiler de yok edilirdi. İkincisi -ki bazı Ermenilerin yeni yeni tartıştığı bir konu bu- Osmanlı Hükümeti’nin Ermenileri ölüm yolculuğuna çıkardığı söyleniyor. Yolculuk zordu, şartlar zordu. O dönemde ulaşım imkanları son derece sınırlıydı ama mali imkanları olan Ermenilere demiryolunu kullanma imkanı tanındı. Yani burada amaç Ermenileri öldürmek, yok etmek değildi. Öyle olsa bunlara izin verilmezdi.

-Bu yönde başka deliller var mı?

Soykırımı için gereken planın olmadığını gösteren bir başka delil ise göç ettirilen Ermenileri korumak için jandarmanın görevlendirilmesi ve bunların görevlerini yapması. Bazı jandarmaların başlarındaki komutanlardan dolayı saldırgan olduğu, olumsuz sonuçların çıktığı da vaki. Çerkezler ve Kürtlerin konvoylara saldırması, jandarmayla işbirliği yapması gibi şeyler var. Bu açıkça Osmanlı merkezî otoritesinin bir planının olmadığını, ama yerel koşullara göre Ermenilere farklı muameleler yapıldığını ortaya koyuyor. Ana hatlarıyla bu üç delil soykırımı niyetinin bile bulunmadığını gösteriyor.

-Tehcir ya da soykırımı iddiaları tartışılırken en çok rakamlar gündeme geliyor. Sizce 1915 olaylarında ölenlerin sayısı gerçekte nedir?

Savaştan önceki Ermeni nüfusu ile ilgili kesin bir rakam veremiyoruz. Çünkü bu tartışmalı bir konu. Fakat benim araştırma ve kaynaklardan çıkardığım sonuç, savaş öncesi Ermeni nüfusunun 1,6 milyon kişi olduğu, bunun yüzde 40’ının çeşitli nedenlerden öldüğüdür. Ölüm nedenlerinden birincisi yaygın hastalıklar, ikincisi kasdî öldürme, üçüncüsü açlıktır. Bu üç nedenden dolayı 600 bin civarında Ermeni ölmüştür. Ama bu ölümlerde soykırımı kastı ya da buna ait deliller yoktur.

-Kimilerine göre sıra dışı bu bilimsel tespitlerinizi Ermeni lobisinin en etkin olduğu yerlerden birinde, ABD’de yapıyorsunuz. Bu teziniz nasıl karşılandı? Tepkiler yok mu?

Amerika’daki en büyük sorunum beni dinleyecek adam bulmakta zorlanmam. Tezlerimi anlatacak ortam ve kişi bulmakta zorlanıyorum. Çünkü benim görüşlerim, sorunuzda da belirttiğiniz gibi genel eğilime ters. Soykırımının olmadığını söylüyorum. Kitabımı basacak yayıncı bulamadım ilk zamanlar. Sonunda Utah Üniversitesi neşretti.

-Soykırımı yok dediğiniz için tehdit alıyor musunuz? Radikal Ermenilerden korkuyor musunuz?

Hayır, korkmuyorum. 1980’li yıllarda daha çok Türk diplomatlara yönelik silahlı saldırılar yapmışlar. Tamam bu doğru. Ama bugünlerde silahtan çok kalem kullandıklarını görüyorum (gülüyor), o yüzden problem yok. Ben bilim adamıyım, işimi yaparım.

-Avrupa Parlamentosu ‘Türkiye’nin AB üyeliği için Ermeni soykırımının tanınması ön şarttır’ mealinde bir karar aldı. Bu konuda AP ve bazı ulusal parlamentoların aldığı kararların hukuki bir değeri var mı?

Bence bu tarihî bir konudur. Parlamentoların işi değil. Fikir beyan edemezler bu konuda. Hukukî bağlayıcılığı da yoktur. Parlamentolar bundan kaçınmalıdır. Akademisyenler de açık uçlu ve dış baskılardan uzak olmalı. Tarih, tarihçilerin mutabakatıyla yazılmalı, parlamento kararlarıyla değil.

-Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın iki ülke arasında tarihçilerden meydana gelecek bir komite oluşturulması teklifine Erivan’dan olumlu cevap alınamadı. Teklifi ve sonucunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu çok heyecan verici bir teklif. Bence başbakanın bu yöndeki girişimi yerinde bir görüş. Olması gereken de bu. Onların bu cevapsızlığı sürpriz değil. Diaspora’daki Ermenilerin bu teklifi neden olumlu karşılamadıklarını da anlıyorum. Çünkü onlara göre herhangi bir tartışma olması için soykırımını Türk tarafının kabul etmesi gerekiyor. Türk tarafı buna zorlanıyor. Böyle düşünüyorlar. Ancak, tarihî konularda görüş alışverişinde bulunmalı. Bunu ihmal etmeye iki tarafın da lüksü yok.

-Ankara-Erivan arasında siyasi ilişkiler dondurulsa da iki ülkenin karşılıklı olarak yıllık 50 milyon doların üstünde dolaylı ticaret hacmi gözleniyor. Sivil inisiyatif, işadamlarının girişimlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Sivil diyalog ve ticari ilişkinin olması çok güzel. Umarım politikacılar ve bilim adamları da aynı ihtiyacı görüp bu adımları atabilirler.

-İki halk arasındaki problemlerin çözümünü nerede görüyorsunuz?

Hazır bir cevabım yok bunun için. Ankara’ya gelirken daha iyimserdim. Ancak gördüm ki, bu sorunun çözümü çok kolay olmayacak. Türkiye’de bu konuda ciddi bir milliyetçi kabarma var. Bunu AP girişimleri ve Diaspora’nın Başbakan Erdoğan’ın tekliflerine olumlu cevap vermemesi nedeniyle yükselen bir milliyetçilik olarak görüyorum. Bunu Ermeniler de oturup düşünmeli. Karşılıklı kapıların açılması ve ilişkilerin sürmesi için Başbakan Erdoğan’ın önerisine belirli olumlu cevaplar vermek zorundalar.


GUENTER LEWY KİMDİR?

1923’te Almanya’da doğdu. Nazi Rejimi’nin ortalığı kavurduğu yıllarda 10 yaşındaydı. Baskılara dayanamayarak ailesiyle 1939’da Filistin’e, oradan ABD’ye göç etti. İkinci Dünya Savaşı’nın en acı sonuçlarından biri olan Yahudi Soykırımı’nda akrabalarını, en yakını olarak amcalarını kaybetti. 1953 yılında Columbia Üniversitesi’nde akademik hayata adımını atarken, kendi tabiriyle ‘arkasında bıraktığı acı anılar onu tarihin, tarihçiliğin kucağına itti.’ Almanya ve İspanya’da o dönemde yaşananlarla ilgili kitaplara, onlarca bilimsel araştırma ve makaleye imza attı. En son Ermeni Soykırımı iddialarının delilsiz olduğunu ortaya koyan kitabını yayımladı. Halen Massasuchets Üniversitesi’nde siyaset bilimi profesörü olarak görevini sürdürüyor.

AKSİYON DERGİSİ 2005 SAYI 573. 2005